Kimse öyle şımarık,
cüretkar, kendini beğenmiş bir kedi görmemişti ömrü hayatında. Gerçi cins
kediydi, tüyleri inci beyazı, ışık vurdukça başka türlü parlardı. İpek gibi
yumuşacıkdı. Bu güzelliğin farkında olmalıydı ki başköşedeki minderinde yalanıp
tüylerini temizlerken, “bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umurunda mı dünya”
misali pek bir edalıydı. Ortaçağ Avrupasının asalet düşkünü süslü kokonaları
andırıyordu.
Şehrin en kalabalık
caddesinde bir arabanın altında kalmış annesinin başında çaresizce inlerken
bulmuştu onu İsmail Dayı. Benim gibi öksüz kalmış diye acımış, evinin
başköşesinde süslü yatağını hazırlatmış, keçi sütüyle beslemiş, itina ile
büyütmüştü. Haliyle epeyce de şımartmıştı. Bu şımarık kedi İsmail Dayının
merhametini suiistimal edip yapmadık yaramazlık bırakmadığı gibi, şimdilerde
yeni eğlence olarak komşulara dadanıp onları da canlarından bezdiriyordu.
Köylük yerde hırlı hırsız barınamadığından evlerin kapıları açıktır. Bu
çokbilmiş, gider Hacer Teyzenin kurusun diye ocağa astığı etini gasp eder,
Elife Bacının yoğurt çalıp gömdüğü sütünü yerlere döker, kiminin bahçesinde
civcivleri kovalar, kimi bebelerin elini tırmalardı. Komşular İsmail Dayıya
hürmetlerinden komşuluk hatırıdır diye önceleri bir şey belli etmemişlerdi. Ama
bir değil, iki değil, bu arsız yüzsüz kedi hepsine yaka silktirmişti. Şikayet
etmek komşuluk hukukuna aykırı imiş ama zalim kedi canlarına yettiğinden hukuk
mukuk düşünecek halleri kalmamıştı. Bir akşam çekine çekine İsmail Dayıya varıp
yaramazı yaptıklarını anlattılar.
İsmail Dayı:
--Yahu emin misiniz,
bu anlattıklarınızın hepsini bu öksüz mü yaptı diye sitem edecek oldu. Öyle ya
onca edepsizliği şu yastığında süzgün süzgün bakan öksüz kedisinin yapacağına
inanmak oldukça zordu. Ancak bir iki değil tüm komşular şikayetçiydi, üstelik
şahitleri de mevcuttu.
İsmail Dayı düşündü,
taşındı, bunca yıllık komşuları dostları bir tarafta, yavruyken bulup eliyle
besleyerek büyüttüğü güzel kedisi bir tarafta. Doluya koymuş almadı, boşa
koymuş dolmadı, en sonunda kararını verdi.
Sabah erkenden kalktı,
kedisi yemeğini yerken seyretti son kez gözleri nemlenerek. Sonra aldı dizine
okşadı, sevdi, tüylerini taradı. Aniden kediyi kucaklayıp bir çuvala koydu ve
atının terkisine atıp şehrin yolunu tuttu. Nihayet şehre vardığında çuvalın
ağzını gevşetip bir sokağın başına bırakıp hızla oradan ayrıldı. Hazır şehre
gitmişken tabibe göründü, müzmin hastalıklarının ilaçlarını temin etti,
alışverişini yaptı. İkindi namazını kılıp atını emanet bıraktığı ahırdan alıp
köyünün yolunu tuttu. Gün batarken köyüne vasıl oldu. İçi buruk, gönlü kırık,
en yakın dostuna ihanet etmenin verdiği vicdan azabı ile sedire yaslandığında
bir de ne görsün. Sevgili kedisi başköşedeki minderde bitkin perişan yatmıyor
mu? Belli ki onca yolu yürümüş ki patileri parçalanmış, o güzelim tüyler dikenden
pıtraktan görünmez olmuş, zavallıcık aç biilaç geldiği onca yolun etkisiyle
yarı baygın serilmiş melül mahzun bakınıyor.
Eyvah dedi İsmail
Dayı, ben ne yapmışım? Hemen karnını doyurup patilerine pansuman yaptı. Ertesi gün
şehirden merhemler getirtti, kedicik iyileşene kadar bebek gibi baktı. Sonunda
kedi iyileşmiş iyileşmesine de hani burnu sürtüldü derler ya, o şımarıklığından,
yaramazlığından eser kalmadı. Kendi bahçelerinin dışına çıkmadığı gibi kimseyi
de rahatsız etmedi.
Teşekkürler, çok güzel bir masal. masal oku
YanıtlaSil