HAKKIMDA

Merhaba, Bizim çocukluğumuzda, yani televizyon ve bilgisayarın olmadığı yıllarda, akşam yemekten sonra sofra toplanır, babalar gazeteye göz atarken devasa büyüklükteki ahşap radyolardan ajans dinlerdi. Büyük ablalar fotoroman, ağabeyler Teksas ile zaman geçirirdi. Anneler bir yandan kızlarının çeyizlerine dantel örerken, bir yandan da dizlerine yatmış ufaklığa masal anlatırdı hafiften. O ufaklıklar masal eşliğinde hayallere dalar, çölleri, denizleri geçer, Kaf Dağına ulaşır, oradan uykunun kollarına kanat açardı. Aslında gözleri ellerindeki kitaplarda olsa da, o abla ve ağabeylerin de kulakları kim bilir kaçıncı kez kendilerinin de bir zamanlar severek dinlediği anne masallarında olurdu. Burada çocukluğumun tatlı hatıraları arasında, hayal dünyamı genişleten o anne masallarıyla birlikte, benim kendi çocuklarıma anlattığım kendi masallarımı ve diğer bilinen çocuk masallarını paylaşmak istedim. Sizler de dizinize yatan kardeşinize, çocuğunuza ve hatta kendinize anlatasınız, masal dünyasının uçsuz bucaksız macerasına katılasınız diye

18 Haziran 2014 Çarşamba

Annemden-Karpuz Çekirdeği


                         Köyümüz yemyeşil bir kuytu ormanın kıyısında, şırıl şırıl akan bir derenin iki yakasında yerleşmiş –bana göre cennetten kopup gelmiş şipşirin bir yerdi. Çam kokulu havasını bir soluyan bir daha buradan ayrılmak istemezdi. Köy halkı çalışkan, mert ve sevgi doluydu. Birbirlerini öyle sever, öyle güvenirlerdi ki hiçbir evin kapısında kilit bulunmazdı.
                         Bu huzur dolu köyün muhtarı babamdı. İri yarı, heybetliydi. Kırkını aşmış, şakaklarındaki sarı saçları kırlaşmış, yüzündeki çizgiler derinleşmiş olmasına rağmen hala çok yakışıklıydı. Daima gülen mavi gözleri insana güven ve sıcaklık verirdi. Yediden yetmişe köy halkı babamı çok severdi. Babamın da en sevdiği şey birilerine yardım etmek, zorda kalanın sıkıntısını gidermekti. Bize sürekli iyilik yapmanın, başkalarına ikramda bulunmanın faziletlerini anlatır, paylaşma duygumuzu geliştirmeye çalışırdı.
                          Yazları en sevdiğim şey anneannemle birlikte bostan beklemekti.Bostanı insanlardan değil ormana çok yakın olduğumuzdan, yaban domuzlarından korumaya çalışırdık. Bu arda sulama işini de yapardık. Sabah serinliğinde evden çıkar, akşam olmadan dönerdik. Akşamları bostanı ağabeyim beklerdi. Benim için bostan beklemek bahane… Bütün gün gah kelebek kovalar, gah çamurda toprakta debelenir, gah çiçek toplar; yorulunca da başımı anneannemin dizlerine koyar, anlattıklarını dinlerken uyuyakalırdım. Zavallı anneannem, genç yaşta terk etmek zorunda kaldığı yurdunu, çileli göç yollarını ve muhacirliğin zorluklarını anlatır , anlatırken de gözleri bulutlanırdı. Asıl vatanı olan Kafkasya’nın geçit vermez karlı dağlarını, nehirlerini, mis kokulu havasını, kırlarını öyle tasvir ederdi ki, sanki oraları daha önce görmüşüm gibi gözümde canlandırabilirdim.
                           Bostanımız kasaba yolunun  kenarındaydı ve oldukça büyüktü. Kenarında tek sıra ceviz ve armut ağaçları vardı. Bunları babam kendi elleriyle dikmişti. Bostanın toprağı verimliydi, ürünü de bol ve lezzetliydi. Babamın bostan bekçiliği konusunda çok hassas olduğu bir nokta vardı:
  _ Yoldan geçenler eli boş gönderilmesin! Göz hakkıdır.
                           Gelene geçene kavun karpuz ikram etme işli bana aitti. Anneannem, babamın isteği doğrultusunda en iyilerini seçer, ben de babamın selamlarını ekleyip ikram ederdim. Bazen karşılığında özellikle yaşlılardan bana şeker vermek isteyenler olurdu. Önce nazlanır ısrar etmelerini beklerdim. Hemen almak kabalık olur, babamın kızına yakışmazdı çünkü. Sonra teşekkür ederek alır ve sevinçle en büyük ceviz ağacının gölgeliğinde bekleyen anneannemin yanına koşardım.
                            O gün anneannemle öğle yemeğimizi henüz yemiştik. Yaşlı kadın yemeğin ve sıcağın verdiği rehavetle oturduğu yerde uyuklamaya başlamıştı. Ben de bir karınca yuvasını incelemeye dalmıştım. Yanımda aniden yaşlı bir adam belirdi. Yaşlı olasına rağmen dinç ve heybetli bir görünümü vardı. Gözleri dudaklarıyla birlikte tebessüm ediyor, bembeyaz sakalları güneşte parlıyordu. Sanki evvelden beri tanıyormuşçasına samimi bir havası vardı. Selam verip bostanın kime ait olduğunu sordu. Köyümüzü ve babamı tarif edip gölgeliğe buyur ettim. İhtiyar kalamayacağını söyleyince “ o zaman size karpuz vereyim.” Diye bostana daldım. Her zaman karpuzları anneannem seçerdi. Ama  onu uyandırmaya kıyamadım ve öğrendiğim kadarıyla en iyi ve en kocaman bir tanesini kapıp, yine babamın selamlarıyla yabancıya ikram ettim. Her gelene karpuz vermemizin babamın ricası olduğunu söyledim. Yaşlı adam gülümsüyordu. O anda yüzü o kadar   aydınlıktı ki bir müddet bakakaldım. Bir de kavun ikram etmek geldi içimden. Ben en olgununu seçene kadar ihtiyar ortadan kayboluverdi. Ona ikram ettiğim karpuz da olduğu yerde duruyordu. Herhalde iyi bir karpuz veremediğim için gücenip de gittiğini düşünerek ağlamaya başladım. Babamın sözünü tutamamış, bir yabancıyı eli boş göndermiştim işte. Hıçkırıklarıma uyanan anneanneciğime sarılarak olan biteni anlattım. Teselli olmam imkansızdı. Yaşlı adamın almayıp bıraktığı karpuzu da yanımıza alarak eve daha erken döndük.
                        Anneannem başımdan geçenleri ve ne kadar üzüldüğümü anlatırken babam gülümsüyordu:
  _ Demek ki karpuz bize kısmetmiş. Kesin de beğenilmeyen karpuzu biz yiyelim bari, diye anneme seslendi.
                        Karpuzu besmeleyle ikiye ayıran annem, çığlık atarak bıçağı yere düşürdü. Babam elini kesti zannederek telaşla anneme koştu. Şimdi ikisi birlikte  şaşkınlıkla bir karpuza bir bana bakıyordu. Babamın gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Yarım karpuzu alıp yanıma geldi. Başımı okşayarak:
   _ Benim güzel kızım Hızır Aleyhisselamı görmüş, onunla konuşmuş. Ne mutlu bana…
                       Karpuzun iri kahverengi çekirdeklerinin hepsinin üzerinde siyah renkle Arapça “Allah” yazısı vardı.Henüz yeni Kur’an-ı Kerim öğrendiğim halde rahatlıkla okuyabiliyordum Ama hala ne olduğunu anlayamamıştım. Anneannem beni yanına oturtup bu mübarek zatın hikayesini anlattığında, babamın neden bu kadar heyecanlandığını biraz olsun anlayabildim.

                       Babam o yıl tarladaki mahsulü bütün köye dağıttı. Buna rağmen bize her zamankinden daha fazla karpuz kalmıştı. Babam bereket uğramış karpuzları para karşılığı satmanın doğru olmayacağını düşünmüştü. Tarladaki bütün karpuzların içinden aynı şekilde “Allah” yazılı çekirdekler çıkıyordu. 

1 yorum:

  1. Maşaellah barekellah ben muş karpuzlarında gördüm. Bir sene bir tarlada çıkan bütün karpuzların bütün çekirdeklerinde arapça Ellah yazısı vardı. Muşta duymayan kalmadı.

    YanıtlaSil