Bir varmış,
bir yokmuş, Allah’ın kulu çokmuş, çok söz söylemek günahmış. Uzak ülkelerden
birinin iyi kalpli bir padişahı varmış. Padişah ölüm döşeğinde çok sevdiği
oğullarını yanına çağırmış. Onlara kendisinin bu dünyada vaktinin kalmadığını,
ölürken yerine hükümdar olması için en büyük oğlunu seçtiğini, diğerlerinin de
ağabeylerine itaat etmesi gerektiğini vasiyet etmiş. Son olarak sarayın
kulesinde kilitli bir oda olduğunu ve o odayı kendisinin ve ülkesinin selameti
için açmaması gerektiğini anlatmış. Şehzadeler padişaha vasiyetini yerine
getireceklerini beyan edip gönlünü ferahlatmışlar. Neticede kısa süre sonra
ecel gelip padişah vefat edince yerine büyük oğlu Beslan geçmiş.
Beslan da babası
gibi adaletle yönetmiş ülkesini. Kardeşleri babalarının vasiyetlerine uyarak
ağabeylerine destek oluyorlarmış. Bir gün sarayda dolaşırken yolu kuleye
düşmüş. Kilitli kapı dikkatini çekmiş. Anahtarına bakınmış bulamamış, kapıyı
zorlamış açamamış. Babasının aksi yönde vasiyeti olmasına rağmen merakı ağır
basmış. Yıllardır babasına hizmet eden yaşlı veziri yanına çağırıp kuledeki
kilitli odanın anahtarını sormuş. Tecrübeli vezir genç padişahı vazgeçirmeyi
denemiş. Kilitli odanın hikayesini anlatmak zorunda kalmış.
_Hükümdarım,
o kilitli odada bir resim var. Bu Hint Padişahının kızının resmidir. Bu kız
öyle güzeldir ki kardan beyaz teni, geceden siyah gözleri ve saçları, ceylan
gibi gözlerini bir gören aşık olur ve her şeyi unutur. Hint Padişahı bu resmi
bütün padişah ve krallara gönderdi. Dünyadaki en gözü pek ve en zeki prensine
kızını vermek istiyor. Ancak bir şartı var. Kızını ülkesinin dipsiz ormanları
arasında bir yere saklamış. Gerçekten bu saraya “bilinmezler yolu”ndan
gidilebiliyormuş ve bu yol çok tehlikeliymiş. Kızına talip olanın onu kendi
yetenekleriyle bulabilmesi gerekiyor. O kadar ki nice cengaverler, arslan
parçası gibi yiğit şehzadeler bu prenses uğruna bu uğursuz yollarda telef
olmuşlar. Zaten eğer bulamazsa Hint Padişahı o prensin hayatına son veriyor. Sevgili
merhum padişahımız sizleri böyle bir maceraya sürüklememek için o resmi saklamak
istedi. Ancak resim sihirli malzemeden yapıldığı için yok edemedik. Biz de bu
odaya koyup kilitledik. Haşmetli padişahım, sadece kendinizi değil halkınızı da
düşünüp bu maceraya girmemenizi istirham ederim.
Ne yazık ki
vezir ne derse desin genç padişahı ikna edememiş, aksine padişahın merakı daha
da artmış. Neticede emir demiri keser derler, padişahın kati emriyle odanın
kapısı açılmış. Beslan Şah odaya tek başına girmiş ve duvarda asılı resmin örtüsünü
indirmiş. Resimdeki kız o kadar güzelmiş ki bu güzelliği anlatacak kelimeler
daha keşfedilmemişmiş. Bu büyülü güzellik Beslan Şahı da esir etmiş. Genç
padişah artık Hint Padişahının kızından başka bir şey düşünemez olmuş. Kendini
de tahtını da unutmuş. Yaşlı vezir ve kardeşleri ne kadar çabaladılarsa da
sonuç değişmemiş. Ülkeyi ortanca kardeş Guşan’a bırakmış. Hazinesindeki en
güzel mücevherleri hazırlatmış ve Hint padişahının kızını istemek üzere yola
çıkmış.
Az gitmiş uz
gitmiş dere tepe düz gitmiş. Günler sonra Hint padişahının topraklarına varmış.
Burası geçit vermez dev ağaçlarla dolu bir ormanmış. Bir süre ilerledikten
sonra hava karardığından yolunu seçmesi daha da güçleştiğinden kaybolmuş.
Karanlıkta bu orman daha da korkutucu bir hal almış ama genç padişah yılmadan
yola devam etmeye kararlıymış. Nihayet ağaçların seyrekleştiği bir alanda
ışıklarını seçebildiği bir eve rastlamış. Yol sormak için o yöne
seğirtmiş. Bu kulübe ormanda tek başına
yaşayan ancak yolu düşenlere yardım eden, topladığı bitkilerle hastalıkları
iyileştiren tonton Şifa Ananın eviymiş. İhtiyarcık Beslan Hanı güler yüzle
karşılayıp buyur etmiş. İkramlarda bulunmuş.
Üstelik Beslan Han daha anlatmadan öyküsünü bilivermiş.
__ Ah oğul,
bu uğurda ne padişahlar ve prensler heder oldu, gel vazgeç bu sevdadan dediyse
de vazgeçirememiş.
__Hiç
olmazsa yanında getirdiği pahalı mücevherleri buraya emanet bırak, Hint
Padişahı kızı uğruna canına kıydıklarının yanında getirdiği hediyelerle
hazinesini tıka basa doldurdu, eğer kızı bulursan gelir buradan alırsın.
Bulamazsan seni aramaya gelecek olanlara teslim ederim. Hele bu gece burada
dinlen. Sabahın hayrıyla yola çık, demiş. Genç padişah razı olmuş. Zaten çok da
yorgunmuş ve hediyeleri de gerçekten artık yük etmek istemiyormuş.
Sabah Şifa Ananın taze pişirdiği ekmeğin mis
gibi kokusuna uyanmış. Karnını doyurup helalleştikten sonra yola çıkmış. Akşama
doğru sarp bir kayanın tepesinde Hint Padişahının heybetli sarayına ulaşmış. Hint
Padişahı genç padişahı şanına yaraşır tarzda karşılamış. İstirahat etmesini
sağlamış, ülkesinin eşi bulunmaz meyveleri ve yiyecekleri ile sofralar
donatmış. Beslan Han kendine gelince hediyeleri ile Hint Padişahının huzuruna
çıkmış. Sarayında bulunan resimden yola çıkarak Hint Padişahının kızına olan
aşkını anlatmış ve kızıyla evlenmek üzere bu ülkeye geldiğini ifade etmiş. Hint Padişahı arkasına yaslanmış, pos
bıyıklarını burmaya başlamış.
__ Dost
ülkenin cesur ve genç padişahı Beslan Han, ben öyle bir kız evlat yetiştirdim
ki güzellikte bir benzeri yok. Öyle zekidir ki birçok dili konuşabilir, hesapta
ve edebiyatta çok yeteneklidir. Ayrıca kılıç kullanmak ve ata binmekte rakip
tanımaz. Takdir edersin ki böyle eşsiz bir prensesin evleneceği kişinin de
üstün yetenekli özel olması gerekir. Bu
maksatla kızımı öyle bir yere sakladım ki ancak gerçekten kızıma layık zeki
biri bunu başarabilir. 40 gün içinde bulursan kızım senindir, bulamazsan
cüretinden dolayı kellen benimdir, kabul ediyor musun? diye kükremiş.
Genç padişah
aşkından deli divaneymiş zaten kellesi umurunda değilmiş, kabul etmiş. Günlerce
aç susuz aramış güzel prensesi, karanlık ormanların kuytu köşelerinde,
dağlarda, çöllerde, her yere bakmış bulamamış. Yolarda karşılaştığı dev
yılanlarla, ejderhalarla, kaplanlarla savaşmak zorunda kalmış. Hint padişahının
adamları da onu takip etmekteymiş. Kırkıncı günün sonunda aşkını ararken berduş
haline gelmiş Beslan Han’ı yaka paça huzura getirmişler. Hint Padişahı heybetli
sesiyle ortalığı inletmiş:
__ Be gafil
delikanlı, ben seni uyarmıştım, kızımı bulamazsan kelleni alırım demiştim!
Beslan Han
güçlükle cevap vermiş:
__
Sevdiceğime kavuşamayacaksam zaten bu hayat bana zindan, bir an önce bitirin
çilemi.
Hint
Padişahı çok acımız bu delikanlıya ama söz ağızdan bir kez çıkar, çaresiz
buyruk yerine getirilmiş.
Kötü haber çabuk yayılır derler, Beslan
Han’ın akibeti de duyulmuş memleketinde. Guşan Han Padişahlık tacını gözyaşları
içinde takmış. Ancak ağabeyini böyle bir felakete sürükleyen esrarengiz oda
onun da dikkatini çekmiş, merakına yenik düşmüş. Odaya girdiğinde gördüğü resim
onu da adeta büyülemiş ve aşk denilen tutsaklığa o da kapılıvermiş. Tahtını en
küçük kardeş Mirza Han’a emanet edip düşmüş Hint ülkesinin yollarına.
Ağabeyinin başına gelenler aynı şekilde onun da başına gelmiş ve o güzeller
güzeli başı da bu imkansız sevda uğruna bedeninden ayrılmış.
İki ağabeyini esrarengiz bir macera uğruna
yitiren Mirza Han, ağabeylerinin izini sürüp onların hayatına mal olan bu
meseleyi öğrenmeye ve galip gelmeye yemin etmiş. Gizli odayı ziyaret edip, Hint
Padişahının kızını gördükten sonra bir de sevda eklenmiş tabii. Ama Mirza Han
körü körüne bir maceraya atılacak kadar tedbirsiz değilmiş. Önce kılık
değiştirmiş ve her yere girip çıkması kolay olsun diye derviş kılığına girip
Hint ülkesine ulaşmış. Bir süre halkın arasında dolaşıp ağabeylerinin başına
gelenler hakkında detaylı bilgiler edinmiş. Ağabeylerinin saraya gitmeden önce
misafir oldukları Şifa Anaya da uğramış.
Ona güvenebileceğini anlayınca kimliğini açıklamış. Şifa Ana ağabeylerinden
kalan mücevherleri teslim etmiş. Sabaha kadar düşünmüş taşınmış ve nihayet
muazzam bir fikir gelmiş aklına. Ağabeylerinden kalan mücevherleri toparlayıp
memleketine dönmüş.
Ülkenin en
iyi kuyumcusuna bu mücevherlerle bir geyik yaptırmış. Bu geyiğin içi bir insan
sığacak şekilde imal edilmiş. Her tarafında değerli taşlarla işlemeler olan bu
geyiğin içine girebilmek için gizli bir kapısı ve gözetleme delikleri varmış.
Sonra Hint padişahına bir mektup yazdırıp ona kızına verilmek üzere bu armağanı
gönderdiğini, yakında kendisinin de geleceğini bildirmiş ve hediye kervanını
hazırlatmış. Geyiğin içine gizlice kendisi girmiş. Bu muhteşem armağan
padişahın beğenisini kazanmış, kızının da beğeneceğini düşünerek kızına
ulaşacak özel ekibe hediyeyi teslim etmiş. Mirza Han saraydan itibaren
gözetleme yerlerinden prensese ulaşana kadar gidilen yerleri izlemiş. Önce
kuytu ormanın ortasındaki gölün kıyısına gelinmiş. Oradan yerde açılan gizli
bir dehlizden gölün altı boyunca ilerlemişler ve nihayet sarp bir kayalığın
dibindeki şatoya ulaşmışlar. Görevliler geyiği prensesin odasına getirmişler.
Prenses çok sevinmiş ve kendisine saf altından her yeri mücevherlerle süslü bu
güzel hediyeyi gönderen genç padişahı merak etmiş. Akşam olup da el ayak
çekildikten sonra Mirza Han saklandığı yerden çıkıp güzeller güzeli prensesin
karşısında belirivermiş. Prenses korkup bağırmak istemiş ama Mirza Han da o
kadar yakışıklıymış ki Hint padişahının kızının ağzı dili tutulmuş, sesi
çıkmamış. Mirza Han kendisini tanıtıp, babasının tertibini bozmak için böyle
bir oyun hazırladığını söyleyince prenses rahatlamış. İkisi de birbirini çok
sevmiş. Ancak şimdi Mirza Hanın buradan çıkması ve Hint Padişahından kızını
istemesi gerekiyormuş. Mirza Han sabah olunca nedimeler prensesin odasına
girmeden, altın geyiğin ayağını kırmış içine girmiş. Prensese geyiği tamire
göndermesini söylemiş. Prenses dediğini yapmış. Mirza Han yine geyiğin içinde
prensesin saklı tutulduğu yerden çıkmış. Zaten hediyeyi getirenler arasında kuyumcusu
da varmış, kendilerine öğütlendiği üzere Şifa Ananın evinde gelecek tamirat
haberini bekliyorlarmış. Geyiği şifa Ananın evine getirip Mirza Hanı
çıkarmışlar. Tamir etmişler. Sonra Mirza Han süslü kaftanlarını giymiş, yanına
da yaverlerini ve hediyesini alıp Hint Padişahının sarayına gelmiş.
__Pek
haşmetli Hint Padişahı, ben ki Kaf dağlarının ardındaki büyük ülkenin padişahı
Mirza Hanım. Daha önce ağabeylerimin yolunda canlarından olduğu güzel
prensesinize ben de sevdalandım ve onunla evlenmeye talibim, demiş. Hint
Padişahı:
__ Aman
evladım, bak ağabeylerin de yiğit delikanlılardı ama benim kızımı almak zordur,
sen de onlar gibi canından olup, yurdunu başsız bırakmayasın, diye uyarmış.
Mirza Han:
__ Akıl
akıldan üstündür, benim için de yurdum için de endişelenmeyin, demiş.
Sonunda
yanına geyiği de alıp kendinden emin vaziyette, daha önce geyik içinde
ilerlediği yolları kolaylıkla bularak prensesin sarayına ulaşmış. Prensesin
yerini eliyle koymuş gibi bulması Padişahın adamlarını hayrete düşürmüş. Mirza Han
prensesi atına bindirmiş ve birlikte Hint Padişahının sarayına dönmüşler.
Padişah da çok şaşırmış. Nasıl bulabildiğini ısrarla sormuş ama Mirza Han ser
vermiş, sır vermemiş. Sonunda Mirza Hanın kızını almaya layık biri olduğuna
kanaat getiren Hint Padişahı genç çifte kırk gün kırk gece sürecek dillere
destan bir düğün yapmış. Mirza Han düğünden sonra güzel karısını yurduna
getirip onunla bir ömür mutlu yaşamış.
Gökten üç
elma düşmüş, biri bu güzel çifte, biri söyleyene, biri dinleyene…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder