TALİH KUŞU
Evvel zaman içinde, kalbur
saman içinde, Keloğlan adında zeki, muzip, cin fikirli bir oğlan yaşarmış.
Meraklı, macerayı seven bir yapısı olduğundan köyü ona dar gelirmiş. Bir gün
yeni yerler görüp, macera yaşama isteği öyle benliğini sarmış ki, hemen
heybesini sırtına alıp, anasından helallik dileyip yola koyulmuş.
Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, altı ay bir güz gitmiş.
Sonunda Kaf dağının ardında, cennet gibi bir ülkeye ulaşmış.
O sırada o ülkenin padişahı, güzeller
güzeli kızı için en uygun damat adayını seçmeye çalışıyormuş. Dünyanın dört bir
tarafından gelmiş, birbirinden yakışıklı, birbirinden yiğit ve birbirinden
zengin prensler, prensesle evlenecek şanslı kişi olmaya can atıyorlarmış. Çünkü
prensesin güzellikte bir eşi yokmuş ve padişahın tek çocuğu olduğu için onunla
evlenecek kişi padişah öldüğünde ülkeyi yönetecek olan kişiymiş. Padişah bu
birbirinden nitelikli adaylardan hangisinin uygun olduğuna bir türlü karar veremiyormuş.
Bu konuda prensesin fikrini almak aklının köşesinden dahi geçmiyormuş. Sonunda
prenslerin hepsini sarayın görkemli bahçesine toplamış. Prensesin yumurtadan
çıktığından beri bakıp büyüttüğü karbeyaz güvercini salacağını, güvercin kimin
başına konarsa kızını o prense vereceğini açıklamış. Herkes çok şaşırmış bu
karara. Ama işte padişah bu, kim karşı çıkabilir ki? Dalkavuklar hemen ne kadar
doğru bir karar verdiğini söyleyip padişahı övmeye başlamışlar. Prenses ise
kiminle evleneceği konusunun kendisine değil, bir kuşa bırakılmasına çok
içerliyor, ama babasını kararından döndüremiyormuş. Aslında ona kalsa,
kendisiyle evlenmeye can atan bu havalı prenslerin hiçbirini istemiyormuş.
Bizim Keloğlan da nasıl
olmuşsa bu kalabalığın ortasında bulmuş kendini. Ne olduğunu anlamaya
çalışırken, padişahın sarayın balkonundan salıverdiği güvercin süzülmüş,
süzülmüş, o kadar süslü baş arasından tutup Keloğlan’ın kel başına konuvermiş.
Herkes hayretten donakalmış. Padişah hiddetle haykırmış:
-- Sen kimsin bre densiz? Ne işin var bu
soylu prenslerin arasında?
Keloğlan sırıtmış:
-- Benim adım Keloğlan. Garip bir gezginim.
Yolum buralara düştü. Kalabalığı görünce meraklanıp ben de karıştım. Kabahat mi
işledim, diye cevap vermiş.
Prensesin çok komiğine gitmiş bu durum.
Katıla katıla gülmeye başlamış. İlk kez onu böyle güldürüyormuş birisi. Bu saf
ve cesaretli oğlandan çok hoşlanmış.
Padişah öfkeli bir şekilde
güvercinin yakalanarak yeniden uçurulmasını istemiş. Ancak güvercin yine dönüp
dolaşıp Keloğlan’ın kafasına konmuş. İyice hiddetlenen padişah, Keloğlan’ın
kafasına çuval geçirildikten sonra güvercinin salıverilmesini istemiş. Fakat
güvercin o güzelim tüylü telekli, incili yakutlu prens kavukları dururken,
Keloğlan’ın çuval geçirilmiş başına konmayı tercih etmiş.
Padişah öfkesinden alev alev
yanıyormuş adeta. Koskoca padişahın söylediği sözden dönmesi mümkün değilmiş.
Ancak kızını da bu çulsuza verip veliaht yapmak istemiyormuş. Keloğlan’dan
kurtulmanın yolunu düşünüp dururken, aklına müthiş bir fikir gelmiş.
–Peki Keloğlan bu sınavı geçtin. Ama eğer
kızımla evlenmek istiyorsan geçmen gereken bir sınav daha var, demiş.
Keloğlan:
_Kim istemez böyle bir dünya güzeli ile
evlenmeyi? Madem ki talih kuşu başıma kondu, her türlü imtihana hazırım. Sevgili
prensesimle evlenmek alnıma yazılmış ise, Mevlâm bana yardım eder, diye cevap
vermiş. Padişah bıyık altından sırıtarak:
_Şu karşıda gördüğün dağda kocaman bir dev
yaşar. Bu dev her sene köylünün mahsulünün büyük kısmını aldığı gibi, her hafta
da bir koyun götürür. Şimdiye dek ona güç yetirecek bir yiğit çıkmadı. O da
bunca zamandır halkımın iliğini kemiğini kuruttu. Bu devi dize getirirsen
kızımı sana veririm.
Prenses bunu duyunca gözyaşlarına
boğulmuş. Babasının zavallı Keloğlan’ı ölüme gönderdiğini anlamış. Çünkü şimdiye
dek deve kafa tutanın sağ salim döndüğü görülmemişmiş. Ancak ne kadar yalvarsa
da babasını sözünden döndürememiş.
Keloğlan kabul etmiş ve herkesin
şaşkın bakışları arasında devin yaşadığı dağa doğru yola koyulmuş. Hem gidiyor,
hem düşünüyormuş devle nasıl başa çıkacağım diye.
Sonunda devin yaşadığı dağa ulaşmış. Heybesinden
baltasını çıkarıp dev gibi sedir ağaçlarından birkaç tanesini kesmiş. Bunları
yontmuş. Bu koca ağaçlarla koca bir sandık yapmaya başlamış.
Keloğlan uğraşadursun,
Dağdaki bu tak tuk sesler devin kulağına gitmiş. Gürültü yapan bu davetsiz
misafir onu çok sinirlendirmiş. Seslerin geldiği yöne ilerlemiş. Bir de bakmış
ki kel başlı cılız bir oğlan, kendinden büyük bir sandıkla uğraşıp duruyor.
Hiddetle gürlemiş:
_Kim benim ağaçlarımı kesmeye, gürültü yapıp
beni rahatsız etmeye cesaret eden densiz?
Keloğlan hiç oralı olmamış.
_Gel hemşerim gel, tam zamanında geldin. Şu
sandığın içine gir de hiç delik kalmış mı kontrol edelim. Padişah bu sandığı
altın tozuyla doldurup sana gönderecekti. Delik kalırsa bütün altın tozu akıp
gider getirene kadar, demiş.
Dev Keloğlan’ın kendisinden
korkmadığını görünce çok şaşırmış, söylediklerine de hemen inanmış. Altın
lafını duyunca pek heveslenmiş. Bir zerresi bile zayi olmasın diye sandığın
içine girmeyi kabul etmiş. Dev sandığa girer girmez, Keloğlan kapağını kapayıp
her bir taraftan çivilemiş. Bir yandan:
_Tamam hiç delik yok, çıkar beni artık, diye
bağırıp duran deve kulak asmadan, sandığın çevresini zincirlerle sarmış
sarmalamış. Dev istese de çıkamazmış artık.
Keloğlan daha sonra bu koca
sandığı dağdan aşağı yuvarlamaya başlamış. Yuvarlaya yuvarlaya sarayın avlusuna
kadar getirmiş. Padişah artık Keloğlan’ın dönmeyeceğini düşünüyor, damat seçimi
konusunda planlar yapıyormuş odasında. Duyduğu gürültü ile irkilip balkona
koşmuş. Bir de bakmış ki Keloğlan koca bir sandığın başında duruyor. Padişahı
gören Keloğlan seslenmiş:
_ Ey Padişah; ben sözümü tuttum. Devi dize
getirdim. İşte bu sandığın içinde kendisi. Sen de artık sözünü tut!
Padişahın hayretten dili
tutulmuş, yüzü kireç gibi bembeyaz olmuş. Ne diyeceğini bilememiş. Keloğlan
padişahı tereddütlü görünce sözlerine devam etmiş:
_ Herhalde koskoca padişah verdiği sözden
cayacak değil! Yoksa ikna olmak için devi kendi gözleriyle mi görmek istiyor?
Padişah telaşla:
_ Aman aman, sakın çıkarma onu dışarı, diye
yalvarmış.
Bu arada devin sandıktan
boğuk boğuk seslendiği duyulmuş:
_ Ey yiğit delikanlı! Beni oyuna getirip alt ettin.
Bu gücüme kuvvetime rağmen sana yenildim. Bükemediğin bileği öpmek gerekir.
Sana söz veriyorum. Eğer beni çıkarırsan, senin en sadık hizmetkarın olacağım
ve sen istemezsen kimseye zarar vermeyeceğim.
Keloğlan zincirleri çözüp
sandığı açmış ve devi sandıktan çıkarmış. Dev Keloğlan’ın önünde saygı ile
eğilmiş. Sonra da onu omuzlarının üzerine almış. Keloğlan devin omzunda
oturduğu yerden padişaha:
_ Ey Padişah! Prensesi benimle evlendirecek
misin? diye seslenmiş.
Padişahın korkudan dudakları
uçuklamış.
_ Elbette, elbette diyebilmiş kekeleyerek.
Prenses bu duruma çok sevinmiş. Çünkü ilk gördüğü andan beri Keloğlan’a gönül
vermişmiş.
Kırk gün kırk gece süren
düğünle prenses ve Keloğlan dünya evine girmişler. Keloğlan anacığını da yanına
getirtmiş. Dev söz verdiği gibi Keloğlan’ın yanından hiç ayrılmamış. Sarayın
muhafız komutanlığını üstlenmiş. Birlikte uzun yıllar mutlu yaşamışlar. Gökten
üç elma düşmüş. Biri Keloğlan ve prensese, biri masalı dinleyenlere, biri de
verdiği sözlerde duranlara...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder