PADİŞAHIN OĞULLARI
Bir
varmış, bir yokmuş; Allah’ın kulu çokmuş; çok söylemek ayıpmış. Ülkelerin
birinde iyiliği ve adaleti ile ünlü bir padişah yaşarmış. Merhametli olduğundan
halkı da onu çok severmiş; karşılıklı iyi niyet sebebiyle ülke huzurlu ve
bereketli imiş.
Son zamanlarda padişah çok endişeli imiş. Çünkü üç oğlundan hangisini
kendisi öldüğünde ülkeyi yönetmesi için seçeceğini bilemiyormuş. Üçünü de en
iyi şekilde eğitmişmiş. Ata binmede, kılıç kullanmada, tarih, matematik ve
yabancı diller konusunda hepsi de birbirinden becerikliymiş. Padişah en sonunda
oğullarını işbaşında görmeden karar veremeyeceğini düşünmüş. En iyi dostu ve
danışmanı olan yaşlı veziri ile bir plan hazırlamış. Bir süre için ortadan
kaybolacak, ama herkes onu öldü sanacakmış. Veziri genç prenslere babalarının
ülkeyi üç eyalete böldüğünü, her birini prenslerden birinin yönetimine
verdiğini ve prenslerin buraları istedikleri şekilde yöneteceklerini
iletecekmiş. Her birine de hazineden aynı miktar pay verilecekmiş. Belli bir
süre sonunda hangisi daha iyi bir yönetici olduğunu ispat ederse, ülkenin
tümünün idaresini almaya hak kazanacakmış. Ancak bu durumu prensler asla
bilmeyeceklermiş.
Planı zaman geçirmeden uygulamaya karar vermişler. Saray doktorunun da
durumdan haberi varmış. Sahte bir hastalık icat edilmiş ve Sultanın öldüğü
prenslere ve halka duyurulmuş. Hastalığı bulaşıcıydı denilerek prenslerin
Sultanı görmelerine engel olunmuş. Sahte bir cenaze töreni düzenlenmiş. Bütün
halk cenazeye katılmış. Herkes çok üzgünmüş. Padişah da kılık değiştirmiş
olarak olan biteni bir köşeden izliyormuş. Törenler bitince vezirinin köyünde
herkesten uzakta istirahata çekilmiş.
Vezir padişahın –güya- vasiyetini prenslere iletmiş. Ülke eşit olarak
üçe bölünmüş. Prensler istedikleri yeri seçmişler ve başkentlerini belirleyip
yerleşmek için yola koyulmuşlar.
En büyük prens, hazineden aldığı payla kendine çok görkemli bir saray
yaptırmış. Bu saray o kadar ihtişamlı imiş ki dünyada eşi benzeri yokmuş. Prens
elinde avucunda ne varsa sarayı uğruna tüketmiş. Vezirden hazinede başka altın yok yanıtını
alınca, nereden altın bulabileceğini düşünmeye başlamış. Aklına yeni vergiler
koymak gelmiş. Öyle ya, babası zamanında aşırı insaflı davranılan halk,
hazineye daha fazla katkıda bulunmalıymış....Bir süre sonra sebepli sebepsiz
koyduğu vergilerle halkın elinde avucunda ne varsa toplamış ve bunları da
acımasızca zevk ve sefası için harcamış. Artık çok fakirleşen halkın arasında
umutsuzluk ve huzursuzluk baş göstermiş. Açlıktan hastalığa düşenler olmuş.
Kimisi de bu zalim prensten kurtulmak için başka diyarlara göç etmiş.
Ortanca prensin eyaletinde de durum iç açıcı değilmiş. Ortanca prens
kavgacı bir tabiatta olduğundan, başkentte kendine koca bir kale yaptırmış.
Hazineden payına düşen altınları da büyük bir ordu kurmak için harcamış. Artık
dünyanın en kuvvetli hükümdarı olduğunu düşünüyor, sudan bahanelerle babasının
zamanında barış içinde oldukları ülkelere savaş açıyor, ne çevresinde, ne de
kendi yönetimindeki halkta huzur bırakmıyormuş. Askerlik yaşındaki gençlerin
kimi ölmüş, kimi sakat kalmış. Sürekli savaş halinde olduklarından ne
topraklardan ürün alınabilmiş, ne de beslenecek hayvan kalmış.
En küçük prens ise babasından gördüğü ve eğitimini
aldığı şekilde halkına karşı merhametli ve adaletli davranmış. Önemli
kararlarında alimlere danışmış, yollar köprüler okullar, kütüphaneler
yaptırmış. Yaptırdığı büyük kervansaraylar başka ülkelerdeki tüccarların
dikkatini çekmiş. Yönettiği eyalet ticaretin merkezi haline gelmiş. Halkı
zenginleşmiş. Komşu ülkelerle barış içinde olmuş. Kimseye halkının hakkını
yedirmemiş, hakkı olmayan şeye el uzatıp bozgunculuk çıkarmamış. Burada yaşayan herkes çok mutluymuş ve böyle
bir prens tarafından yönetildikleri için şükrediyorlarmış.
Her üç prensin
eyaletinde de adamları olduğundan vezirin her şeyden haberi oluyor, o da
bunları günü gününe Sultana aktarıyormuş. Birlikte düşünmüş taşınmış ve
Sultanın artık ortaya çıkma zamanının geldiğine karar vermişler. Her üç eyalete
tellallar gönderilmiş. Halk padişahın eski sarayının önüne toplanmış.
Toplantıya prensler özellikle çağrılmış. Prensler ne olup bittiğini anlamaya
çalışırken, padişah herkesin karşısına çıkmış. İnsanlar o kadar çok şaşırmış
ki; kimisi hayretten bayılmış, kimisi küçük dilini yutmuş. Kendilerine
geldiklerinde de adaletli ve merhametli Sultanlarını sağ salim gördüklerine pek
sevinmişler. Sultan halkına kendilerini idare etmeye layık prensi bulabilmek
için böyle bir oyuna başvurmak zorunda olduğunu anlatıp; büyük ve ortanca
prensin sebep oldukları zararlar için onlardan özür dilemiş. Verilen zararların
giderileceğini bildirmiş. Kendisi öldükten sonra bütün ülkeyi en küçük oğlunun
yöneteceğini duyurmuş. Hemen komşu ülkelere elçiler ve hediyeler göndererek
gönüllerini almış ve barışı sağlamış. Göç etmek zorunda kalanlar yurtlarına
yuvalarına geri dönmüşler.
Padişah büyük oğlunu, paranın harcandığı kadar kolay kazanılmadığını
anlaması için demirci ustasının yanına çırak vermiş. Prens burada yedi sene
çalışarak alın terinin kıymetini öğrenmiş.
Ortanca oğlunu ise bir
hastanede görevlendirmiş. O da burada yedi sene çalışarak insan hayatının
kıymetini ve merhameti öğrenmiş.
Sultan öldükten sonra vasiyeti gereği ülkenin başına küçük prens geçmiş.
Ağabeylerini de yanına danışman olarak almış. Babasından öğrendiklerini asla
unutmamış. Halkına iyilik ve adaletle hükmetmiş.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder