HAKKIMDA

Merhaba, Bizim çocukluğumuzda, yani televizyon ve bilgisayarın olmadığı yıllarda, akşam yemekten sonra sofra toplanır, babalar gazeteye göz atarken devasa büyüklükteki ahşap radyolardan ajans dinlerdi. Büyük ablalar fotoroman, ağabeyler Teksas ile zaman geçirirdi. Anneler bir yandan kızlarının çeyizlerine dantel örerken, bir yandan da dizlerine yatmış ufaklığa masal anlatırdı hafiften. O ufaklıklar masal eşliğinde hayallere dalar, çölleri, denizleri geçer, Kaf Dağına ulaşır, oradan uykunun kollarına kanat açardı. Aslında gözleri ellerindeki kitaplarda olsa da, o abla ve ağabeylerin de kulakları kim bilir kaçıncı kez kendilerinin de bir zamanlar severek dinlediği anne masallarında olurdu. Burada çocukluğumun tatlı hatıraları arasında, hayal dünyamı genişleten o anne masallarıyla birlikte, benim kendi çocuklarıma anlattığım kendi masallarımı ve diğer bilinen çocuk masallarını paylaşmak istedim. Sizler de dizinize yatan kardeşinize, çocuğunuza ve hatta kendinize anlatasınız, masal dünyasının uçsuz bucaksız macerasına katılasınız diye

8 Mayıs 2013 Çarşamba

Annemden Masallar 3: AKILSIZ HOROZ



                                                  AKILSIZ HOROZ

                    Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, kırmızı ibikli, alaca telekli, sivri dilli bir horoz varmış. Bir gün samanlıkta eşinip deşinirken bir altın bulmuş. Sevinçten havalara uçmuş. Ama dili durmamış. Sarayın kapısını önünde bir aşağı bir yukarı gidip gelirken, bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyormuş:
  -- Bendeki altın padişahta yook, bendeki altın padişahta yook...
                    Padişahın çok ağrına gitmiş horozun söyledikleri. Halkın horozun söylediklerinden etkilenip kendisine bağlılıklarının azalacağından korkmuş. Adamlarına horozu susturmalarını emretmiş. Ama mümkün mü? Sus deseler anlamıyor, ağzını kapatsalar gagalayıp kurtuluyor ve bağırmaya devam ediyormuş. Bu kez Padişah horozun altınını almalarını emretmiş. Askerler çullanıp üzerine almışlar horozun kıymetli altınını elinden. Bu kez horoz başka türlü bağırmaya başlamış:
 -- Padişah altınımı çaldııı, padişah altınımı çaldııı...
                    Halkının karşısında hırsız yerine konmak kızdırmış padişahı. Horozun yakalanıp hapsedilmesini istemiş. Askerler üstüne abanıp yakalamışlar horozu ve sarayın kulesine hapsetmişler. Horoz yine akıllanmamış, kulenin küçük penceresinden avazı çıktığı kadar bağırmaya devam etmiş:
 -- Padişah hem altınımı çaldı hem de beni hapsettii,  Padişah hem altınımı çaldı hem de beni hapsettii...
                   Padişahın canına tak demiş, horozla uğraşmaktan usanmış. Yanına gitmiş demiş ki:
 -- Bak horoz, ya bir daha bağırıp beni rezil etme ki seni salıvereyim, ya da bağırmaya devam et ki seni adamlarım için akşam yemeği yaptırayım. Seçimini yap .
                   Horoz bakmış ki iş ciddi, canını kurtarmak için bağırmamaya söz vermiş. Padişahta sözünde durup onu salıvermiş. Horoz samanlığına geri dönmüş. Ancak padişaha kaptırdığı altın da aklından hiç çıkmıyormuş. Yeniden altın bulmak ümidiyle eşelenmeye başlamış. Tam bu sırada acıyla bir çığlık atmış. Bir de bakmış ki ayağında koca bir diken. Canı çok yanıyormuş, çabalamasına rağmen çıkaramayınca ağlaya sızlaya Koca Nine’ye gitmiş. Ayağındaki dikeni çıkarması için yalvarmış. Nine gözlüklerini takıp bastonuna dayanarak eğilmiş ve zar zor gördüğü dikeni çekip çıkarmış. Şöyle bir kenara fırlatacak olmuş, horoz hemen atılmış :
 -- Aman Nine, ne yapıyorsun? O diken benim için çok değerli. Lütfen akşam ben dönene kadar saklayıver, deyip uzaklaşmış.
                 Akşam döndüğünde Nineden dikeni istemiş. Nine:
 -- Akılsız Horoz, diken senin ne işine yarayacak? O dikeni ben sobaya attım, demiş. Horoz kıyametleri koparmış. Tutturmuş illa dikenimi isterim diye. Nine ne söylediyse horozu ikna edememiş. Horoz kendisine yapılan iyiliğe teşekkür edeceği yerde arsız arsız bağırmaya başlamış:
 -- Ya dikeni isterim,ya sobayı isterim. Ya dikeni isterim,ya sobayı isterim.
                 Nine bakmış ki horozdan kurtuluş yok, ihtiyar haliyle uğraşmaktan sıkılıp vermiş sobayı huysuza. Horoz utanmadan almış Ninenin sobasını yola koyulmuş. Az gitmiş, uz gitmiş, altı ay bir güz gitmiş. Yürümekten yorulup kendine sığınacak bir yer ararken gözüne bir çiftlik evi ilişmiş. Burası çiftçi Ali Dayı’nın evi imiş. Geceyi geçirmek için  izin istemiş. Ali Dayı misafiri çok severmiş. Horozu buyur etmiş. Horoz:
  -- Aman Dayı, şu sobamı sağlam bir yere koy da başına bir şey gelmesin, demiş. Ali Dayı da ortalıkta kalmasın diye sobayı ahırın bir köşesine kaldırmış. Horozu da yedirip, içirip yatacak yer göstermiş. Sabah olunca horoz sobanın derdine düşmüş. Ali dayı ile beraber ahıra gitmişler ki bir de ne görsünler! Ahırdaki inek çifte vura vura sobayı paramparça etmemiş mi? Horoz huysuzluğunu burada da göstermiş. Ali Dayı’nın yaptığı iyilikleri unutup başlamış yine avaz avaz bağırmaya :
  -- Ya sobamı isterim, ya ineği isterim. Ya sobamı isterim, ya ineği isterim.
                    Ali Dayı misafirinin emanetini muhafaza edemediği için mahcupmuş zaten, fazla söyletmeden horozu, verivermiş ineği. Arsız Horoz almış ineği, tutmuş yularından, yine yola düzülmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Bir ara davul zurna sesleri işitip o tarafa seyirtmiş. Bir de bakmış ki bir düğün evi. İneği bir ağaca bağlayıp şenlikleri  seyre dalmış. Düğün beklenilenden daha kalabalık olduğu için hazırlanan yiyecekler tükenmiş. Ağaca bağlı inek aşçıbaşının dikkatini çekmiş. Ev sahibine ait olduğunu sanıp, kesip pişirmiş. Horoz eğlenceden sıkılıp ineği bağladığı yere geldiğinde, ineğin yerinde yeller estiğini görmüş. Bağırıp çağırmaya başlamış. Herkes merakla başına üşüşmüş. Kısa zamanda mesele anlaşılmış. Horoz bu kez de:

  -- Ya ineği isterim, ya gelini isterim. Ya ineği isterim, ya gelini isterim, diye bağırmaya başlamış. Yerine başka inek verelim demişler, kabul etmemiş. Kovmuşlar gitmemiş. Ne ettilerse, ne dedilerse razı edememişler. O kargaşada  Horoz kaptığı gibi gelini, göz açıp kapayana kadar ortadan kaybolmuş. Gelinle birlikte bir süre yol aldıktan sonra Horozun kulağına yanık yanık bir kaval sesi ulaşmış. Sesi takip ettiğinde bir çobanın koyunlarının başında kaval çaldığını görmüş. Bu ses o kadar hoşuna gitmiş ki bu sesten hiç ayrılmak istememiş. Çobana kaval karşılığında gelini vermeyi teklif etmiş. Çoban da, canına minnet, kabul etmiş. Horoz kavalı alıp köprü başına oturmuş. Hem çalıp hem söylemeye başlamış:
 -- Düt dürü düt dikeni verdim sobayı aldım
     Düt dürü düt sobayı verdim ineği aldım
     Düt dürü düt ineği verdim gelini aldım
     Düt dürü düt gelini verdim kavalı aldım, derken dengesini kaybedip dereye yuvarlanmış. Horoz cezasını bulmuş, darısı bütün arsız, huysuz, utanmazların başına...

2 yorum: